20130308

fasa fiso

Eliff... işte ben de tam olarak buna benzer birşeyler söyleyip duruyordum ki, sen karşıma çıktın!

"Arasıra kafan karışsa da, emin olamasan da ne isteyip istemediğinden, devam et" diyecektim ben de tam kendime. Nereden geldiğine ve nereye gittiğine hiç aldırmadan, sağında solunda kimin olduğuna bakmadan, neler söylendiğini duymadan yapacaklarını yap. Sonrası iyilik güzellik...

Misal; Balat'ın orta yerinde yüksek tavanlı nefes kesen bir stüdyon var. Çok sevdiğin adam, seni daha da çok seviyor aşikar. Sen kendinden başka hiçbir kalıba uymuyorsun, standartlar fasa fiso. "Tanrım" diyorsun, "teşekkür ederim, çünkü ben farkındayım ki bu hayatta yapamayacağım hiçbir şey yok, isteyim yeter!"

G-mall'daki "maaile" resim sergin mutlaka gezilecek. Ama resimlere sadece bakılmayacak. Bilinecek ki, arkasında ciddi bir hikaye var, öncesi var bu işin. Benim çektiklerim ufak detaylar sadece.

İçilen yüzbinlerce çay eşliğinde konuşulanlar fotoğraflanamıyor ki anlatıyım ben de. Yoksa hikayen tam da arzuladığım fotoroman niteliğinde be eliff, kahretsin!





20130305

nolur geri dönme



Maziye karışmaya ramak kalmış bir hikayenin peşinden gittik... Tek bir sözleriyle köylülere derman olan aşiret ağalarının peşinden, konakların hanların toprakların izinden, on senelik küskünlükleri barıştıran kalabalık sofraların ardından gittik. Gittik gitmesine de hikaye malda mülkte, ihtişamda, aşirette, kanı akıtılan kuzunun yahnisinde değildi, onu gördük.

Hikaye, hiç yolunun düşmeyeceğini düşündüğün dağlara çıkarken uçurumun tam kenarındaydı, uçsuz bucaksız bir boşlukta ateşlenen merminin kulağını sağır eden sesindeydi, Yunus'un hayret veren kızıl saçları ve Adnancan'ın Veliefendi'ye değil de o yemyeşil vadiye ait olduğunu farkettiğin andaydı. Dertlerinin tek dert olmadığını anladığın, kendini önemsemekten vazgeçip içindekine "nolur geri dönme" dediğin saniye asıl hikaye başladı!







fotoğraf çekmenin "içkime ilaç katmışlar sanırım" hali

Başka halleri de var tabii. "Photoshop'larım, harika olur" hali, "Öyle bir an yakalarım ki, bundan iyisi Şam'da kayısı" hali, Terry Richardson'un izinde "Flaşı patlatırım, hal mal kalmaz" hali, "Modumda değilim, çekerim sonrasına bakarız" hali...

Benim, Mango defilesinde düştüğüm hal ise, "elektrikler kesildi" den sonra, "olaylar benim kontrolüm dışında gelişti" durumunu en güzel şekilde meşrulaştıran klasikleşmiş bir Türk filmi hali..."içkime ilaç katmış olmalılar, deklanşöre bastığım anlardan parmağım ve ben sorumlu değiliz!" Tabii ki bu garip haller, bir saniye sonra çekilselerdi bambaşka olabilirlerdi, belki olduklarından daha da abes, belki çok daha güzel. Tümüyle tesadüfi!

Ama o gece, abesliği deklanşör zamanlamasıyla hiç de alakalı olmayan bir gerçek de vardı, yadsınamaz. Mango'nun hitap ettiği yaş grubunun hayli üzerindeki davetliler, işin abesliğini hiç düşünmeden gece kıyafetlerini üzerlerine geçirdikleri gibi Çırağan'daki o defileye katılmak yerine, belki de davetiyeyi usulca bir kenara bırakıp gerçekten ilgilendikleri bir yerlere gitmeyi tercih etmeliydiler... Fakir kızın, üzerine giyecek bir kıyafeti yokken sevdiği adamın ısrarına dayanamayıp 'o davet'e gitmemesi gerektiğini sıkı bir Türk filmi seyircisinin çok iyi bildiği gibi... Bile bile lades demenin bir anlamı yok.