20140608

tüm zamanlar benim.

Tam şuan Minneapolis Saint Paul Havaalanı’nda geçirdiğim 12. saatimdeyim. NY’dan buraya geldiğimde akşam 9 sularıydı. Sırtımdaki, fotoğraf makineleri ve bilgisayarla dolu çok ağır çantamın altında henüz ezilmemiştim ve ortalama bir keyifle bavulumu sürerek ilerliyordum. Ümitsizce çalınmayı bekleyen terkedilmiş bir piyanonun çevresine yerleştirilmiş iki mükemmel koltuğa, bu havaalanındaki şaşırtıcı varlıklarını biran bile sorgulamadan hemen yerleştim. Biriken fotoğraf ve video editleme işleri 3 saat, geveze beynime direnen uyku girişimlerim bir 3 saat daha… Geçmiyor. Halbuki daha geçmesi gereken çok saat var, allahım. Havaalanından adımımı dışarı atmadığım ve niye burada olduğuma anlam vermekte bazen güçlük çektiğim bu Minneapolis’de bir ömür geçiriyorum, beni Montana’daki at çiftliğine taşıyacak Kalispell uçağıma binmek için geçen koskoca bir ömür!

Uyuyorum, kahve içiyorum, instagram’a fotoğraf koyuyorum, pencereden uçakları seyrediyorum, tuvalete gidiyorum, kitap okuyorum, wazup’laşıyorum. Birşey kalmayınca ve uyku tutmayınca da duruyorum, öyle boşboş, manasızca. Annemin karnında geçirmeyi reddettiğim son bir ay için hayat beni hep sınıyor, biliyorum, durmayı reddettikçe sınıyor. Çünkü ancak durduğum zaman hayat başlıyor. Ben Kallispell Havaalanı'na ulaşmadan önce 15 saat geçecek. At binmek için gideceğim çiftliğe varmadan önce iki saat daha. Dünyadaki bütün zaman bana aitmiş gibi, saatler geçecek, ve ben her geçen saat biraz daha rahatlayacağım ve niye koşturup durduğumu hatırlamakta giderek zorlanacağım. Koşturduğum neydi, yetişmesi gereken, aciliyeti olan, düşünüp durduğum neydi neydi?

Ve yavaşladığımda, tüm zamanlar benim olacak.


20140502

“yavrum, ben seni her halinle seviyorum.”


Şunu bilesin ki, plaj çantandaki kişisel gelişim kitaplarının veya moda dünyasının senden talep ettiği bütün varlıklarının mevcudiyeti, havlunun üzerinde içinin geçip de derin bir uykuya daldığın ve muhtemelen ağzının kenarından akan salyanın da dahil olduğu andaki hal ve durumuna en ufak bir etkisi olmayacaktır.
Bu sebepledir ki,  vazgeçilmez “back to basics” tarzının temeli aslında derin bir uyku halidir. İşte tam da o derin uyku halinde, neysen O’sundur ve kuşbakışı fotoğrafın seni sevenin hafızasına, instagramda alacağından kat ve kat fazla “like”la kazınıp, bir de usulca arkandan yaklaşarak seni sarıp sarmalayan kollara şahit oluyorsa eğer, bilesin ki sen zaten tatildesindir.
Çünkü tatil budur… Miami’de de olur, bodrum katında da, lokasyondan ve plaj çantanın içeriğinden bağımsız bir durumdur. Bunu sen de bal gibi biliyorsundur da, unutmuşsundur işte.
Belki de “yavrum, ben seni her halinle seviyorum” tarzı veya benzeri bir cümleye ihtiyacın vardır, o kadar…

Litvanya’lı fotoğrafçı Tadao Cern unutmamış allahtan. “Comfort Zone” ismini verdiği serisinde demiş ki, “keşke”… “keşke, plajlarda içi geçenlerin hallerinin ötesinde de benzer kurallar geçerli olsa, insanlar başkalarının kendileri hakkında ne düşünecekleri konusuna daha az kafa yorsalar. Fiziksel veya psikolojik noksanlıklarını saklamaya çalışmadan, tasaları bu olmadan.”

Sonuçta Ajda Pekkan’ın bile inanması zor olsa da şu sözleri mevcut: “Seviyorum seni inan her halinle, yüzündeki çizgilerinle, saçındaki beyazlarla benim için eskisinden daha güzelsin.”

Bu yaz güzel olacak, iyi tatiller.





vedat






20140327

beyaz dostum

Bu yazıyı yazmaya üzgünken başlıyorum. Ülkeme, çevremdekilere ve kendime üzüldüğüm bir andayım. İçimde, dışarı taşmasına ramak kalmış göz yaşları var. Niye olduğuna anlam veremediğim olaylar oluyor, bazen kendi dünyamda bazen de hepimizinkinde.

Anlam veremediğim anlarda kan beynime çıkıyor. Hala büyüyemediğimin bir belirtisi olsa gerek. Yere yatıp tepinmek, mızıkçılık yapmak, bağırıp çağırmak, “neden ama neden” diye haykırmak istiyorum. Böyle sakin duruyor olmam sadece bir yanılsama.

Sonra, birisi gelip ıslak burnunu klavyeyi tuşlayan parmaklarımın üzerine yerleştiriyor. “Herşeyi anlayamazsın” der gibi. Gözlerini gözlerime dikiyor, koşulsuz.

4 yaşındaki Harper ve 7 yaşındaki Lola gibiyiz o an biz. Harper’ın annesi Rebecca Leimbach tarafından çekilen fotoğraflar gibiyiz. Kendi cehennemlerini yaymaya çalışanlar gibi değil, dostlarına sımsıkı sarılıp sevgiyi koşulsuz dağıtanlardanız. Birbirimize göz kulak oluyoruz, çünkü biz unutmadık “bir” olduğumuzu.

Bu yazıyı ümitliyken sonlandırıyorum. Birileri sevgiyi koşulsuz yaşamaya kararlıysa unutanların da hatırlaması yakındır.

P.S.: Fotoğraflar, beyaz dostlarım Yufka & Monti’ye ve diğer tüm dostlarıma gelsin.