20130709

hoşgeldin 2006!

Ben yine Nişantaşı Brasserie'deyim. Son on gündür bu hep böyle: Brasserie'deyim. Ben farketmeden gelişti her şey, kontrolümün dışında. Önümdeki bembeyaz örtülü masanın üzerinde Köfte 29, hemen yanında trüflü patates kızartması ve roka salatası, ne harika bir birliktelik, ne hoş! Yasim bey, az önce sorduğum hardalı da getirir getirmez masamda eksik birşey kalmıyor ve tam o anda hayatım kusursuz oluveriyor. İçerideki çizgili kırmızı koltuklarda oturduğum tam o an, hayatımda hiçbir eksiklik yok. Belki yarım saat sonra farklı olacak, bilemiyorum. Fotoğraf çekerken ışık yetersiz kalacak, telefonumun şarjı bitecek, sesim kısılacak, trafik çıkacak, uyku yeterli gelmeyecek. Bilemiyorum, daha doğrusu, ilgilenmiyorum. Köfte 29'umla ve kitabımla iyiyim ya. Sahaflardan çekip çıkardığım kitabımı açıyorum: "Kafka on The Shore"', o andaki tam'lığımın bir diğer öğesi. Ve ilk sayfasında bir yabancı, el yazısı ile yazdığı notunda bana diyor ki:

"Canım Sevgilime, Aşkım şuan Londra'da bavulumu topluyorum. Bu yazar benim en çok sevdiklerimden biri umarım sen de çok seversin, Ankara'ya sana kavuşmak için yerimde duramıyorum. Seni Çok Seviyorum." (29/12/05)

2006'ya iki gün kala, kim olduğunu bilmediğim bir yabancı, bana "sevgilim" diyor ve kavuşmak için yerinde duramadığını söylüyor. Evet 2012'deyim ve Ankara'da değilim. Olsun ya. "Benim de en çok sevdiğim yazarlardan biri, canım sevgilim" diyorum. Kim bilecek tam o an, 2005'in son günlerinde yazılan bu aşk dolu satırların benim için yazılmadığını, sevgili'nin bana seslenmediğini, o kitabı imzalayıp bana vermediğini... Hayatımın tam da bu eksiksiz anında, kontrolü bırakmış durumdayım, gerçek mi değil mi, olur mu olmaz mı, öyle mi böyle mi diye sormayı bırakıyorum, özgürüm ya o kadar!

Sonra devam ediyorum... diğer eksiksiz anlarımı yaşamaya. Brasserie'nin kırmızı koltuklarında oturup, belki bu sefer patlıcanlı pizza eşliğinde Jane Eyre'ı açıyorum, ya da Steak Tartare'ın yanında Uğultulu Tepeler'i. Mesela Cafe de Paris'nin yanında açtığım Cahit Uçuk'un "Bir Işıklı Pencere"sinin içinden 60 kuruşluk "kontrol için saklanması rica olunan" bir İ.E.T.T bileti düşüveriyor. Ama benim favorilerim çiçekler oluyor. Sevgili'den aldığım nottan sonra mutluluk gözyaşlarımı tutmakta en çok zorlandığım anlar, kitaplarımın sayfalarının arasından o kurutulmuş çiçeklerin apansız düştüğü anlar oluyor.

Tam'lık ne kadar güzel, ne kadar basit, sorgusuz sualsiz! Bembeyaz masa örtüsü, gülümseyen bir garson, güzel bir yemek, hatıralarla dolu bir kitap ve içinden çıkan bir sürpriz: "Ben de seni çok seviyorum, canım sevgilim!"

Jon Shireman'ın "Broken Flowers" serisi mi beni böyle yaptı yoksa Brasserie mi, tam bilemiyorum.









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder