20131205

elif.


Bir defilenin son saatleri bir ömür gibi geçer mi?
Bir ömre sığmayan farkındalıklar bir defilenin son saatlerinde akla gelir mi?

Kadının halleri vardır mesela.
Topuklu ayakkabılara maruz kalan ayakların çıplak halleri
Tek başına kalındığında, kapatılması gereken fermuara uzanan kolların iki büklüm halleri
Yorgunluktan kapanan gözlerin, usulca masaya kıvrılan boynun, vücudun altına toparlanan upuzun bacakların.

Başka halleri de vardır.
Usulca içeri giren, yapılanın yanı sıra yapılış tarzıyla kalbi saran.
Huzur, güç ve güven veren.
En iyisini yapan bir hal.
Kadının 'couture' hali.
Bir defilenin son saatleri geçip giderken başka bir kadına ilham veren bir hal.


























20131106

görünmeyen kadınlar


Saklambaç oyununda ulaşılabilecek en büyük zafer, kimseciklerin seni saklandığın yerde bulamamasıdır.

Oyun başlar, ebe 10'dan geriye sayarken koşarak kendini en rahat hissedebileceğin gizli bir köşeye yerleşiverirsin. Yavaş yavaş saklananlar bulunmaya başlar, ama sen hala farkedilmemişsindir. Kimse seni görmemiştir. Zaman ilerledikçe, karınlar acıkır göz kapakları ağırlaşır. Oyunun zevki kaçmaya başlar ve evlere dağılınır, eksikliğinin farkına varılmadan. Saatler geçer, haftalar geçer, aylar yıllar geçer… Oradasındır. Rahat, mutlu, güvende, gözlerden ve kargaşadan uzak, kendi ortamında tam da istediğin gibi, fakat unutulmuş.

Ama demeye başlarsın, acaba dersin, keşke… bulunsa mıydım? O zaman farklı olur muydu geçen zaman? Dışarıya çıksaydım nasıl bir kadın olurdum? Anlayıp severler miydi beni, takdir görüp onaylanır mıydım? Benim o narin ve kırılgan ruhum yaralanmadan ayakta kalmayı başarır mıydı? Çünkü yapmak istediklerim var aslında, saklandığım yıllarda aklıma gelen sözlerim var…

Amerikalı fotoğrafçı Patty Carroll, "Anonymous Women: Draped" serisini, kadınları ağır, renkli ve genelde desenli kumaşların altlarına saklayarak kurgulamış. İnsan, fotoğraflara bakarbakmaz meraklı gözlerle kadınları aramaya, hayal etmeye başlıyor. Mutlular belki, güvendeler, kırılmamış yenilgiye uğramamışlar. Ama nerdeler, nerede bu kadınlar? O kadar zor ki o kumaşların arasından bu kadınları seçmek. Saklanmayı, unutulmayı ve varolmamayı seçmiş onca kadın.

Saklambaç oyununda ulaşılabilecek en büyük zafer, kimseciklerin seni saklandığın yerde bulamaması mıdır? Hele ki, bu hayatta herkes için zafer kazanacak bir oyun mutlaka varken.







20131011

anısına.


Bu gece onun için zor geçecek. Bağırsaklarındaki sıkışmadan dolayı sancılı ve çektiği acıdan dolayı da ayakta durmakta zorluk çekiyor. Durmadan yeri kazıyor, sonra yığılıyor. Gözleri yarı kapalı Calvero'nun. Çok yorgun, karnı davul gibi şiş. Halbuki o, heybetli bir at. Çok güçlü, yakışıklı ve genç. Bu olanlar ise çok zamansız, tatsız ve adaletsiz.

Bu gece Calvero hayatta kalmak için çok büyük bir savaş veriyor. Başka bir sürü şey oluyor işte, her gece her gün. Nasıl bitiyor bunların sonu peki genelde? İyi mi.

Aklıma takılıyor çünkü. Bilmek istiyorum.


20131003

merak


Yolda birisini farkediyorum, önümde yürüyor. Dikkatimi çekiyor, ama neden bilmiyorum. Düşündüklerini merak ediyorum, ismini, nereye gittiğini ve en çok da suratını. Bir yüzünü dönse, tüm merakım gidecek belki. Kalıplarımı oturturacağım anında… Takibe alıyorum, önüme birileri geçiyor yine de gözden kaçırmıyorum. Kontrolümde. Sorularımın cevabını alıcam az kaldı biliyorum. Ve sonra tam karşıya geçerken, tam da yüzü görülmek üzereyken otobüs geçiyor tam önünden, lanet olası reklamlar gibi giriyor araya. Gözden kaybolup gidiyor. Kaçırıyorum.

"Bu merak işte beni öldürebilir" diyorum. Yapmaktan çok mutlu olduğum bir şeyden niye durup dururken maruz bırakılıyorum, niye beni olduğum gibi seven bir adamla bir türlü karşılaşamıyorum? Niye niye… Hayatımda olup biten herşey göremediğim o yüz gibi. "Madem ki o yüzü göremeyeceğim" diyorum sonra, "o zaman beni peşinden sürükleyen güce teslim olayım. Ben bilmiyorum, o her neyse, onun bir bildiği vardır".

Kontrol etmeye çalışmaktan bitap düşen ben diyor bunları...




20131001

asansör ve garson

asansör, üç katı akıl almayacak bir yavaşlıkta çıktı, oysa ki ben o basamakları ikişer üçer atlayarak çıkardım. beyazlar içinde giyinmiş garsonun, hali hazırda tezgahta duran bir dilim "coup de soleil"i önüme koyması nasıl o kadar uzun sürdü ve porselen demlikte getirdiği çayı bardağıma nasıl öyle aheste beste boşalttı, aklım almadı.

halbuki benim yetişmem gereken yerlerim, toparlamam gereken düşüncelerim vardı. oraya girmemdeki tek amaç, bir paket huzur alıp alelacele çekip gitmekti.

huzur da öyle olmuyor işte. unutup gitmişim. niyeyse zaten bunca acele?

güneş çarpmışa döndüm.



20130924