"Gözlerini kapat ve en sevdiğin plajda olduğunu hayal et..."
Keşke diyorum, böyle başlamasaydık bu güzelim yoga sonrası rahatlama seansına! Herkesin gözleri kapalıyken de kalkıp isyan edemiyorum ki, "bana gözlerini kapat ile başlayan meditasyon cümleleri kurmayın n'olur!" diyemiyorum. "'Bir külah dondurma hayal et' deseniz de gözlerimi kapattığım zaman karanlıktan başka bir şey göremiyorum ki ben" diye bağırıp asabileşemiyorum, bunun için ortam çok huzurlu. Gözlerim kapalı, kafamda binbir düşünce, yoga matının üzerinde ve kapkaranlıkta oturuyorum.
"Hangisi ki benim en sevdiğim plaj?" Aktur'dan seçmek istiyorum...."Arşipel yıkılmasaydı kesin ilk tercihim olurdu" diye düşünüyorum. Oradaki anılarım güzeller çünkü. Buz gibi denizi ve annemin büyük bir ustalıkla güneşin hareketine doğru düzenli aralıklarla ayarladığı için her daim gölgede kalan şezlongum ve üzerinde yan gelip yatarak okuduğum kitaplarım sayesinde Yeşil Plaj'ı ve akşam saatlerinde minderlerinin üzerine uzanılarak buz gibi Efes Dark eşliğinde yenen midye dolmaları düşündüğümde de İnceburun'u favori plajım ilan ediyorum... Kapalı gözlerimde değil belki ama karmaşık düşüncelerimde çok şey canlanıyor!
Ben Aktur plajları arasında savrulup dururken, "en sevdiğiniz plaj olması şart değil, daha önce hiç gitmediğiniz ama hayalini kurduğunuz bir plaj da olabilir" cümlesi ile sarsılıyorum... Perişan oluyorum. "Bunu bana nasıl yapabildiniz" diye haykırmam lazım artık biliyorum, kendimi tutmam çok zor. Favori plajımı seçmeye saniyeler kalmışken, ortamı karıştırmaya daha çok alternatif sunmaya ne gerek vardı ki? Artık karar vermem neredeyse imkansız. Herkes plajına karar verdi, ayakları yana yana sıcak kumlarda yürümeye başladılar bile. Hatta serinlemek için büyük ihtimal buz gibi sulara atladılar, kim bilir.
Yarım saatlik meditasyon boyunca neler gördüler, hangi içsel yolculuklara sürüklendiler bilmek dahi istemiyorum. Gözlerimizi açma zamanı gelip çattığında maalesef görüyorum tabii, yüzlerdeki gülümsemeleri, gidilen plajlarda yaşanan mutluluğu, huzuru...
Halbuki benim de olmak istediğim plajlar, gitmek istediğim yerler vardı... ahşap güvertesinde güneşlenmek istediğim yelkenliler, kumlarında at binmek istediğim sahiller, bir cabrio'nun içinde saçlarımı ve düşüncelerimi rüzgara teslim ederek yol almak istediğim dik ve dar dönemeçler, çok uzaklardaki ıssız bir adada kurulan sofrada sevgilimin gözlerinin içine bakarak içtiğim şaraplar, çivit mavisi bir deniz manzarasına nazır uzanıp kitap okuduğum balkonlar, bembeyaz çarşaflardan uyandığımda beni karşılayan rengin sadece yeşil olduğu ormanlar... Yanımda da her daim bir fotoğraf makinesi vardı, gözlerimi açtığımda gördüklerimi bir daha asla unutmamak için!
Bir David Hockney oldum bu yazımda... "A Bigger Splash" isimli tablosunda, sadece 2 saniye süren bir havuza atlama anını resmetmesi 2 haftasını almış ve bu durum çok da hoşuna gitmiş: 2 saniyelik mutluluğu 2 haftada yaratmak! Benim de sadece yarım saat süren bir tatil meditasyonunu gözümde canlandırmam, birkaç gün süren görsel araştırmalarımdan sonra gerçekleşti! Yoga matının üzerinde kavuşamadığım huzura, bu sayfada kavuştum ve fotoğraf makinelerimi kapıp tatile çıktım!