20130204

sebastian, aşkımız imkansız.




"Ben somurtursam, sen somurtursan, bu hayat çekilmez be abla!" diyerek kahkahalara boğulan bir taksi şöförüyle varılan Sabiha Gökçen Havaalanı'nda başlayan İstanbul-Lyon yolculuğu, 80 yaşında ve anarşist taksi şöförü Jose'nin bizi Lyon'un en mükemmel bouchon'larından biri olan Cafe La Soie'ye öğle yemeği için elleriyle teslim etmesiyle devam etti. Her iki taksici de sadece kılık kıyafet ve görev icabıyla "taksicilerdi", yani taksici kılığına bürünmüş ve en kahrolası durumlarda bir anda karşında beliren o "melek"lerdendi, ta kendileriydi!

İşte bu sebeple, ve devamında gerçekleşen birkaç benzer olaydan dolayı, Lyon fantastik bir yer olarak hafızama kazındı. Meryem Ana'yı onurlandırmak için her sene düzenlenen Fete des Lumiéres, yani Işık Festivali zaten şehri başlıbaşına, inanılması güç masalsı bir hal ve tavra büründürmüştü: Merci Marie! Köprülerin kenarlarında havada uçan Koi balıkları, "içindeki hayvansal ruhu dışarı çıkar" diyerek avaz avaz bağıran pembe filler ve yeşil kaplanlar, devasal Picasso ve Mondrian tablolarının yansıtıldığı Belediye binaları, üzerlerinde animasyonların zıplayıp hopladığı bir balkonundan öbürüne yuvarlandığı kiliseler gördüm... Fantastikti.



Şehrin en güzel steak tartare'ının yendiği Brasserie George'da, garsonlar siyah fraklarının içinde, kırmızı koltukların ve beyaz örtülü masaların aralarından süzülerek gelip, gülümseyen bir ifadeyle: "Her zamankinden mi?" diye soruyorlardı. Tüm restoranların pencerelerinde, tek bir Lyon'lu teyzenin işleyip büyük ihtimalle de köşeyi döndüğü dantel perdelerden vardı. Lyon'lu kadınların hepsi 60 yaşının üzerindeydiler ve fazlasıyla bakımlıydılar çünkü her köşe başında istinasız bir kuaför vardı. Fantastikti.




Eski Lyon'un apartmanlarının altından geçen ve sokakları birbirlerine bağlayan "La Traboules" denilen yeraltı tünelleri vardı. Sonra bir de gerçekle gerçekdışı olanın birbirine karıştığı duvar resimleri vardı, hayranlıktan şaşıp kaldığım. Noel pazarları vardı, benim gibi burnunun tam ortasında sivilce çıkan bir Noel Baba'nın ortalarda cirit attığı, çocukların pony'lerden inip atlıkarıncalara bindiği, tam da olmaları gibi oldukları pazarlar, her kafaya uygun noel baba şapkalarının satıldığı, sıcak şarapların, kaz ciğerlerinin, peynirlerin, ev yapımı reçellerin en iyilerinin bulunduğu pazarlar. Fantastikti.



Birbirlerinin gözlerinin içine uzun uzun baktıktan sonra öpüşen, oğlanın kıza papatya uzattığı anların yaşandığı metrolar vardı. Sonracığıma, antika ve vintage dükkanlarının çoğunlukta olduğu Rue Auguste Comte caddesinde'ki Marilyn'nin ufacık bir mağazası vardı. Gümüş çatal bıçakların ve porselen takımların arasından oyuncak bebek kafalarının fırladığı bir yerdi burası. Ve sonra Sebastian girdi içeri. Kol düğmesi bakıyordu kendine. Ben gümüş bileziklerimi o kol düğmelerini seçip çıkardı, o karmaşanın içinden. Marilyn'e "au revoir" deyip çıktık. Sebastian, Lyon'lu bir psikanalistti. Mailleşmek yerine posta adresimi aldı, çünkü o bir masal kahramanıydı. Kol düğmelerini antikacıdan alan, mailleşmek yerine mektup yazmayı seven ve akşam saat 8'de buluşmak için söz verip, işi "telefonda konuşuruz, bakarız"lara getirmeyen eski zamanların en esaslı masal kahramanlarındandı!

Lyon, tam da bu sebeplerden dolayı oldukça fantastikti...

Şiddetle öneririm.