20130215

sevdikçe sevesim geliyor


"Kumlarda dörtnala koşan bir atın, rüzgarda dalgalanan yeleleri kadar güzel bir şey var mıdır?"

5 yaşında bu soruyu anneme sordum. İnanarak, hissederek, ve ilk defa bir şeyi bu kadar çok sevmenin nasıl bir his olduğunu bilerek. Tam olarak o andaydım, ve rüzgarda koşan bir at dışında başka hiçbir şeyi daha fazla sevmiyordum, tam o an. Bu sahneyi nasıl akıl ettim, nerede gördüm, niye "en güzel" şeyin bu olduğuna karar verdim, bilemiyorum. Annemlerin anlattıkları dışında, çocukluğuma dair çok fazla net anım yok, en son okuduğum kitapta neler olduğuna dair fazla bir şey hatırlamadığım düşünülürse, buna fazla şaşırmamam normal. Geçmişlerini daha dünmüş gibi hatırlayan insanları fazlasıyla kıskanırım, ama onlardan biri değilim işte, biliyorum.

Ama bu soruyu hatırlıyorum işte, hem de çok net hatırlıyorum. Bir de annemin t-shirt'ünün üzerine yazılı olan ilk kıtayı, Dante'nin İlahi Komedya'sından...

"Nel mezzo del cammin di nostra vita
mi ritrovai per una selva oscura,
ché la diritta via era smarrita."

"Yaşam yolumuzun ortasında
karanlık bir ormanda buldum kendimi,
çünkü doğru yol yitmişti."

Daha sonraları, annemin farklı farklı italyan arkadaşlarıyla her buluştuğumuzda, olmayan İtalyancam, küçük yaşım ve kıvır kıvır saçlarımla İlahi Komedya'dan İtalyanca bir kıtayı ezbere okuyabiliyor olmam, önce büyük bir hayranlıkla sonra da kahkaha tufanlarıyla karşılanmıştı. Bunu da çok net hatırlıyorum!

Kumlarda koşan bir atla başladı sevgim, nerede nasıl gördüğümü bilmediğim bir atla. Ve sonrasında da hep devam etti, aralıksız ve azalmadan. Yani annemi sevmediğim oldu, babamı da, zaman zaman çok aşık olduklarımı da, iştahsızken önüme koyulan bir tabak tavuklu pilavı da sevmedim. Dante'nin de dediği gibi, 'kendimi, yaşam yolumun ortasında karanlık bir ormanda bulduğum' zamanlar, sevdiklerimi sevmediğim oldu. Sevesim gelmedi. İştahım kaçtı.

Ama atları hep sevdim işte, rüzgarda yeleleri uçuşan attan hiçbir beklentim olmadan, karşılıksız, Nietzsche'nin de inadına altruistik bir sevgiyle sevdim...

Ve söylemek istediğim de şu:

Evet, atları seviyorum ve hayatta tek bir şeyi bu kadar çok seviyor olmam bir iki önemli şeyi de beraberinde getiriyor...

1."Karanlık bir ormanda" sevecek kimseyi bulamadığım zamanlarda, sevebilme potansiyelimi sorgulamaya başlıyorum ve hemen sonra aklıma geliyor; atları hala çok sevdiğim. "Hala seviyorsam" diyorum, "sevebilme potansiyelim de yerindedir, sadece sevgimi verebileceklerimi karanlıkta seçmekte zorluk çekiyorum, aydınlık yakındır, korkma!"

2. Bir de tıpkı Ayla Algan gibi "Sevdikçe Sevesim Geliyor". Önce atları seviyorum, uçuşan yelelerini, kokularını, bakışlarını, kıvrımlarını, sonra at binmeyi, engel atlamayı, bembeyaz kıyafetler içinde yarışlara katılmayı sevmeye başlıyorum... Sonra her geçen gün biraz daha birbirimize yakınlaştığımız İberia'mı seviyorum. Ve de, bir sene önce hayatıma giren ve uzun zamandır hiç bu kadar kendimi mutlu hissetmediğim bir yeri ve o yere ait olan insanları... Bir de bu yazımı yazmak için bilgisayarımı alıp oturduğum, rüzgarın çok serin ve sakin estiği o ağacın altını!

Rüzgarda yeleleri dalgalanan o ata ve Alkuzu'ya teşekkür etmenin bir yolunu bulsam keşke...